Aylardan Eylül, mevsimlerden sonbahar ve gün içinde ikindi vakti hep birbirine benzer. Çünkü bunların her üçü de sonun başlangıcını haber veren zaman dilimleridir. Her üç zaman diliminde de güneş, gökyüzündeki saltanatını kaybediyor. Sıcak yerini serinliğe, güneş yerini gölgeye ve buluta terk etmeye başlıyor. Her üç zaman dilimi insan ömrünün olgunluk çağına benziyor.
Yüce Rabbimiz sanki her bir mevsime hâkim olacak bir renk yaratmış. İlkbahar yeşilin, yaz sarının, sonbahar turuncunun, kış beyazın hâkimiyeti altında. Son mevsimde beyaz olması anlamlı. Tıpkı insanın son deminde beyaz kefene bürünmesi gibi. Başlangıçta beyaz kundağa sarılı insan sonunda da ak kefene bürünüp kara toprağa giriyor.
İnsanın hayatı, güneşin havadaki seyri gibi. Güneş bir dağın ardından cılız bir ışıkla, mahcup bir edayla, etkisiz bir ısıyla doğuyor. Sonra zaman geçtikçe gökte yükseliyor, ısı ve ışığı çoğalıyor. Nihayet günün öğle anında tahtına kurulmuş bir kral gibi orada burada olan herkesi bir gölge altına girmeye mecbur ediyor.
Sonra düşüş başlıyor…
Ve nihayet güneşin yakan sıcaklığı artık yakmaz oluyor. Bembeyaz olan ışığı kızarmaya başlıyor. İşte ömrü olan insan da böyle…
Bebek olarak başladığı şu hayatta gün gelip ömrün en güçlü gençlik çağına ulaşıyor, ama sonunda yine bir tür bebeğe dönüşerek başkalarının eline avucuna bakarak onların yardımına muhtaç oluyor. Kur’an bu döneme erzel-i ömür yani perişanlık dönemi diyor. Cenâb-ı Hak’tan bizi böyle perişan bir hale düşürmemesini niyaz ederiz.
Aydın YIĞMAN
Mersin İl Müftüsü